27 Haziran 2012 Çarşamba

Susarak Anlatmak..

Diyecektim ki;
Bakma böyle sessiz göründüğümüze.
İçimize akar nehirlerimiz bizim.
Ne yükseklerden dökülürüz bin bir vaveylalarla da,
şelalelerimizin altında halı gibi serili huzur göllerimiz sakinleştirir bizi.
Sustum!


Diyecektim ki;
Bakma öyle durgun göründüğümüze.
Ya büyük bir seferden gelmiş, soluklanıyoruzdur,
Ya da yeni bir yolculuk fısıldanmıştır kulağımıza...
Prangalara vursalar bile bizi, gidemesek de yerimizde zıplarız biz!
Sustum!


Diyecektim ki;
Bakma öyle ürkek göründüğümüze...
Yüreklerimiz yiğit yuvasıdır bizim.
Kaf dağının arkasındaki yedi başlı ejderhayı alt etmek için gözümüzü kırpmadan fırlarız ileri.
Ne ki bunun dedikodusunu yapan hafif meşreplerden değiliz biz!
Sustum!


Diyecektim ki;
Bakma böyle renksiz göründüğümüze...
Dalgacı Mahmut bizden öğrendi gökyüzünü boyamayı...
Denizi yırtıp, içine koyu mavi mürekkep damlatmayı da ona biz öğrettik.
Gökkuşağının tüm renkleri göğüs ceplerimizde daima hazırdır.
Hayatımız da, ölümümüz de...
Dünümüz de, bugünümüz de, yarınımız da renkli Türkçe ve sinemaskoptur bizim.
Sustum!


Diyecektim ki:
Bakma öyle tatsız tuzsuz göründüğümüze...
Bin bir çeşit tadı vardır sevdalarımızın.
Ne ki dünyanın acılarına baktıkça kaçar ağzımızın tadı bizim.
Bir misyonumuz da budur esasen;
bir yandan yoğururken geleceği bir oyun hamuru gibi,
bir yandan ferahfeza lezzetler akıtırız inceden.
Sustum!


Diyecektim ki:
Bakma öyle sevgisiz göründüğümüze...
Sentetik sevgi gösterilerinden hazzetmeyiz biz.
Ve boşa harcayacak bir gram sevgimiz de yoktur.
Hedefi vuramayan oku atıp, bununla caka da satmayız.
Cömertizdir üstelik!
Büyük-küçük, uzak-yakın demeden istenmeden uzattığımız ilk şeyimiz sevgidir bizim.
Sustum!


Diyecektim ki;
Bakma öyle zevksiz göründüğümüze...
Sadelik bize geçmişimizden miras.
Başta hayallerimiz ve rüyalarımız olmak üzere,
işlerimiz, ibadetlerimiz, sıradan meşgalelerimiz bile haz vericidir.
Haz alırız maddi ve manevi olan her şeyden...
Bir adımız da zevktir bizim...
Sustum!


Diyecektim ki;
Bakma öyle hissiz göründüğümüze...
Gözyaşlarımız azığımızdır bizim.
Çin'de Maçin'de bir kuşkanadı incinse yankısı yüreğimizden gelir.
Haksızlığa öfkelenir, düşene en çok biz üzülürüz.
Yol gitmekten başka şey bilmez ayaklarımız, hele tekmelemeyi asla öğrenemedik bugüne kadar.
En çok avuç içlerimiz nasırlaşmıştır, el uzatmaktan bizim!
Sustum!


Diyecektim ki;
Bakma öyle yüzsüz göründüğümüze...
İdeallerimiz uğruna kalınlaştırdık yüzümüzün derisini biz.
İş bu nedenle;
bin kere kovsan da kapından bizi, yine geri döneriz.
Ufkumuz nefsimiz adına çizili değil ki, alıngan olsun ruhumuz...
Kimsenin ateşle terbiye edilmesine razı gelemeyiz biz.
Sustum!

23 Haziran 2012 Cumartesi

Çünkü Gitmiştin!

"Soğumuştu mevsim ardından bakarken. Soğuktu dilsiz duvarlar, içine kirli su birikmiş kaldırımlar. Bulut perdelemişti mavi gökyüzünü.


Ketumdu üstelik semalar. Vermedi ödünç bir damla yaş bile. Islak kaldırımlarda yankılandı ayak seslerin.


Ve gittin...


Yitirdim güneşimi, serin bir koyuluğa dönüştü gümüşten kumsallar. Eteklerine tutunmuştu yeşil yapraklar, ağaçları çıplak kaldı yüreğimin.


Gittin bereketini yitirdi, kurudu topraklar. Yer değiştirdi mevsimler, umutsuzca kanat çırptı börtü böcek. Gelmedi beklenen bahar...


Kışı başlattı gidişin. O kış ki, mutlak bir memnuniyetsizliği müjdeledi şeytani bir hazla insanlara.


Çünkü gitmiştin...


Yarım kalmıştı masal. Boğucu bir nem tıkamaktaydı genizlerimizi. Bir masal kahramanı gibi dalgalandırarak denizleri, silkeleyerek derin maviliği gitmiştin çünkü. Okyanuslar takıldı gözbebeklerime. Her gün bir damla alıp, her gün, her gece birer birer damlatıp. Keder damıtarak baktım uzaklara.


Ayrılığın soğuk yalnızlığı yapışıp kaldı sana hoşçakal diyen ellerimde. Gittin, evlerin camları keder buharından oluşan şekillerle kirli artık. Bacalarından kurum fışkıran kem ruhların ışıldayan gözleri karartıyor şehirleri.


Bu şehirler ki, senin gülüşünle aydınlanırdı. Şen şakrak türkülerin yankılanırdı taş duvarlarda. Sıkılı değildi yumrukları insanların. İçini titrettiğin gülüşlerini kimseden esirgemeyen sen, ardında somurtkan bakışlar bırakmıştın.


Mahzun bir yetime dönüştü Atlantis'in çocukları. Mahzun, boynu bükük ve sahipsiz... Hatırlar mısın; okşardık başlarını her önlerine eğişlerinde yanaklarını onların? Şimdi o çocuklar, çakır gözlerini her sabah ufuklara dikip, yolunu gözlüyorlar. Gördükleri her serapta sen varsın bu çölden şehirde!


Ve ben yüreğimin iç acılarının toplamını kaldıramayacak kadar bir sıkletin altında iki büklüm, ayrılıkların iç açısıyla bakıyorum denizlere.


Denizler... Hatırladın mı, kıyısında ıslıklar çala çala yürüdüğümüz o kayalıkları? Geleceğe dair hayaller kurardık hani gümüş rengi kumsalında. Sen ipince parmağınla şekiller çizerdin ve ben hayret ederdim bu kadar büyük olabilecek hayallere. Parmakların kadar uzundu görebildiğin gelecek.


Ama... Ama benden gizlemiştin gidişini. Belki de korkutmak, buruk bırakmak istememiştin yüreğimi. Şimdi senin uzağa bakışın kadar yakına bakıyor gözlerim. Bir güneş batışına bile tahammül edemiyorum bazen sensiz.


Uzadıkça sensizlik, keskin bir öfke kaplıyor içimi. Kızıyorum her şeye. Önce bulutlara haykırıyorum öfkemi. Ardından yere çeviriyorum kızgın bakışlarımı. Şarkılara, şiirlere, şairlere öfkeleniyorum sonra.


Nasıl da kandırmışlar beni bunca yıldır. Nasıl da, aldanmışım kafiyelerin arasına gizlenen hayallere!


Bir tükenişe dönüştü beklemelerim sonra. Buzdan bir camın çatlayışı gibi çatlaklar belirdi ümitlerimde. Dokunmayı bırak, bakınca bile büyüyen kanı çekilmiş kılcal damarlar gibi sardı her yanımı çatlaklar.


Yoruldum her sabah, dönüşüne dair düş görmüş olarak uyanmayı hayal etmekten. Yoruldum sensiz rüzgara savurmaktan eteğinden aldığım yaprakları. Biliyorum bilsen halimi, duysan sesimi kandıracaksın beni. Kumsal bulamasan bile boşluğa çizeceksin yine pembe panjurlu hayaller. Sonra 'bak' diyeceksin, 'Burası sofa.. Bu merdivenlerden çıkacak yetimler. Sonra şu odadan geçerek açılan geniş terastan yıldızlara dokunacaklar.'


Ben yalanına bile razıyım artık seninle ilgili her şeyin. Bir umudun, bir güneşin... Üzerinde senden kokular kalan aynaya her bakışımda gerçeği fısıldıyor bana yansımalar.


Çünkü gitmiştin...


Puslu bir zemheri soğuğu vardı havada.


Kış sonuydu gittiğinde, şimdi yaz başı.


Bu kadar tirat yaktıktan sonra ardından, halâ merhamet etmeyecek misin?


Ne yani, bir daha dönmeyecek misin?"



"Nedim HAZAR"



Not: Bu iki yazıyı (bir önceki yayınladığım "korku" yazısı ve bu) her ruh daralmasında, her sıkıntılı hizmet anında, beklediğimize hasretimizin zirve yaptıgı anlarda açar arka arkaya sıkılıncaya kadar okurum. Her seferinde aramayayım diye en sonunda buraya aldım istifade eden olur belki.


Simdi tüm bunlardan ayrı kalemin sahibine; yüreği güzel insana, rakikûn kalp olan Nedim ağabeyime hepiniz adına teşekkür etmek babında (bilmem ki kaçıncı kere oluyor bu ama yine de eksik görüyorum) koydum birazda.

Bana onu niye bu kadar seviyorsun diyorlar? Sadece yazılarını, kitaplarını okuduğun, bir iki kere görüştüğün bir insana bu kadar hayranlık neden diye soruyorlar?

Söyleyeyim..


Çünkü ben onda "kendi ömrünün üzerine çarpı atan, gurbet ufkunun merhamet çınarı" nın daneleri gördüm.

Çünkü ben onda, hocamı buldum..

kitmir..

KORKU

"Önceden, epey önceden böyle düşünmüyordum sanırım. Yaş ile de doğrudan ilgisinin bulunduğunu düşünmüyorum. Öyle olsa, elinde beğendiği bir oyuncağı tutan çocuğa karşılığında dünyanın tüm oyuncaklarını versen kandıramazsın.


Bulup, sahip olduğuna inandığı şeyi almak için cennetleri vaad etseniz ikna edemediğiniz anlar olur.


Hatırlarım hemen, hani bir avucuna güneş, diğer avucuna ay verilse bile vazgeçmeyeceğini söyleyen Sevgililer Sevgilisi'ni...


Ne bahtsızlar bilirim, sevda fesadı yaşayan... Bulantısını midesinden hayallerine bulaştıran o kadar çok zavallı var ki yeryüzünde!


Birer enkaz yeridir anıları. Her hatıra bir virane, kalan her duygu pejmürde elde.


Oysa ayrılıktan şikâyet edilmez, tekrar kavuşmama korkusu rendeler ruhu.


Mesafe hiçbir şeydir aslında seven için. Ayrılık, sevda masalının en kolay öldürülebilen ejderhası. Sonra özlem mesela, iyi kullanabilen için özlem, sevgiyi çoğaltmanın fırsatı. Gidişler bazen ıssız bir adada bırakır sevdalıyı. Yanına alacak üç şeyi bırak, hiçbir şeyi kalmaz hayallerinden başka.


Bir de geceler tabii...


Mevsimler, iklimler, günler... Hepsi barındırır mebzul miktarda hüzün. Ama geceler, illa ki geceler...


Şimdi bir köşe başında oturmuş, sensizliğe bir yeni gün daha eklerken ve eksiltirken bir koca geceyi aramızdan, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte diriliyor her şey. Pencereleri açıp Mevlânâ gibi haykırası geliyor insanın: "Ey Allah'a sığınan kişi; büyük uyanışı düşün!"


Benimki gibi amatör bir sevdalının, fiyakalı olmuyor haykırışları, farkındayım. Susmayı becerebiliyorsak, mutlu hissediyoruz kendimizi, biz amatör ruhlu âşıklar!


Hatırlar mısın, "savaşta vuran da vurulmuştur aslında" demiştin. Gitmek böyle bir şey oluyorsa? Gidenle beraber kalan da gidiyorsa bir nevi? Ya?


Büyüyünce unutursun derlerdi küçükken ne zaman canım yansa. Bu çok büyük bir yalan, unutmadığı nispette büyüyebiliyor insan!


Bir de korku büyütüyorum artık karanlığı emzirerek. Hiç istemediğim bir şey bu... Oysa adın bile aydınlatmaya yeter biliyorum geceyi. Öyle bir tuhaf şey ki bu, yakacağını bildiğin halde ateşe elini uzatmak adeta. Allah'tan beslediğim umutlar o kadar gürbüz ki, korkularım sıska bir besleme gibi kalıyor yanında.


İyiler bazen unutmayı bir intikam olarak seçerler. Unutarak alırlar intikamlarını vefasızlardan. Ben vefasızlık ettiğimi düşündükçe unutulanlardan olmaktan korkuyorum artık.


Cezaların en ağırıdır benim için unutulmak. Bir köşede kalmış eski bir buhurdanlık gibi unutulmak mesela. Sensiz sonsuzluk boşluk benim için, ki daha ağır senli iken hatırlanmamak. En fenası ise, -kendi zaaflarımı çok iyi biliyorum zira- benim unutmaya başlamam. Bilmeden, istem dışı... Bir dolu korku doldurdum çekmecelere sırf bu yüzden...


Korkuyorum; beklemediğim bir anda adını duyduğum zaman irkilmemekten.


Korkuyorum, düşlerimde sana yoramayacak şeyler görmekten.


Sensizliğin canımı acıtmamaya başlama korkusu ürpertiyor ruhumu.


Ölüm bile bitirmez umutlarımı, mezar, en fazla, bir araçtır beni sana getirecek olan.


Umudumu kestiğim an öldüğüm gündür.


Bir dilek tutuyorum, bırakırsam düşerim...


Hoşçakal ne fena bir kelime! Hoş kalmak mümkün mü sen giderken?


Eğer 'ebedi hoşçakal' diyeceksen, ben çekilirim, ziyade olsun kalanlara!"



"Nedim HAZAR"



(Yüreğinin bütün güzelliği hal'ine, simasına, konuşmasına, oturuşuna, kalkışına ve sükutuna.. aksetmiş aziz, kıymetli ağabeyim.. Allah senden ebeden razı olsun..)

12 Nisan 2012 Perşembe

"HOŞ GELDİN YA RÂSÛLALLAH"

Suç sende değil! Suç bizde. O'nu bız anlatamadik! O kendini anlatmıştı.

Çeyrek asırlık kadar kısa bir süre içinde, yarı yer onun sesini duymuştu..
Beşerin beşte biri "Lebbeyk Ya Râsulallah" deyip karşısında dize gelmişti. Ama bız O'nu duyuramadik!
Düşman gemi azıya almış, esirdikçe esiriyor ve O'na, kendi dünyasından salyalar akıtıyordu.

Yeni bir kısım dostlar çıktılar. Onlar da, O'nun yerine başkalarını oturtma gayreti içindeler. Adeta, düşmanla bı kısım dostlar elele, omuz omuza.

O'nu hafızalardan silmek, O'nu nesillere unutturmak için yarışıyorlar. Ben biliyorum ki, O; güzelliğiyle, kendine has cazibesiyle, maşuklara has keyfiyetiyle, azıcık aşka adım atmış sinelerin, daima mahbubu, daima maksudu, daima matlûbu olacaktır.

O'nu unutturamayacaklar..!

Çevrelerine baksalar, çevrelerinize baksanız, siz de bunu anlayacaksınız..

15-20 yaşında Hz. Muhammed (sâllallâhû aleyhi vesellem) 'i anlamak çok zordur, ama Nam-î Celili Muhammedi anılırken, dudağını yalayan insanlar var!
Gözyaşlarını ceyhun eden insanlar var!

Ne 14 asır O'nu unutturabilmiş ne de şu 2-3 asırdan beri şom ağızların, bir kısım safderûn, başkalarına alet ağizlarla bir araya gelip, O'nu unutturmaya çalısmaları tutmadı.

Unutulmadı..!!
Unutulmayacak..!!

Aksine her gün biraz daha canlanacak, biraz daha tazelenecek, biraz daha sinelerimizde, yeni bir Hz. Muhammed (sâllallâhû aleyhi vesellem) bulacağız..

Herşey düşlerde başlar.
Nesiller O'nu düşlemeye başladı. Artık rüyalarımıza girdi!
Vakîa, (pek coğumuz itibariyle diyeyim bağışlayin beni) O'nu rüyalarda görmek; cahillerin tesellisi!

O'na da muhtaçtik ya!
O'na da susamıştık ya!
Rüyalarımız bile O'na yabancı olmuştu.
Yatinca başka şey görüyorduk. Kalkınca da başka şeyin hayalini yaşıyorduk. Demek ki, ilk defa kadem bastı gönül tahtına!
Allah Râsulû ilk defa rüyalarımıza kadem bastı..

Ve bizde O'na "HOŞ GELDİN YA RÂSULALLAH" diyoruz..!
Gönül tahtına hoş geldin Sultanım.
Ama!
Gönül koyuyorum..!
O'nun yerine bazılarını oturtmak istemeleri karşısında gönül koyuyorum..!
Kendimi de affedemiyorum!
Yapılanları mazur göremiyorum, gönül koyuyorum..!
O, yerine insan konacak bir insan değildir..
Allah(c.c), mahlukat arasında, varlık arasında eğer eşi olmayan, menendi olmayan birisi olarak O'nu yarattı. Madem ki O, gönlümüze kadem bastı, içlerimiz de bi duygu, bi düşünce, bi hülya, bi rüya olarak yeşermeye başladı, gönül yamaçları da matlûbunu buldu demektir.
Rüyalarımız aradığını buldu demektir. Ve o düşün, çok yakın bir gelecekte Rahmeti Sonsuz tarafından gerçekleştirileceği ümidini besliyoruz. Ümidimiz şehbal açsın, Ruhi Revani Muhammedi (sâllallâhû aleyhi vesellem) her yerde duyulsun..
Bütün gönüller O'nu duysun, bütün gözler O'nun için yaşarsın, bütün nabızlar O'nun için atsın, bütün kalpler Muhammed (sâllallâhû aleyhi vesellem) diye atsın..

Cihanın refah ve saadet kapıları açılsa, bu kapıların hepsinden size buyrun çekilse ve baksanız o kapıların ardında, hiç birinde Râsûllullah yok, ayağınızı direyeceksiniz, direteceksiniz, Râsûllah'in olmadığı hiçbir refah kapısından girmiyoruz diyeceksiniz..

Mihnetû meşakkat, dolu gibi yağar başına O'nun. Ana ölür, baba ölür sarsılmaz. Himaye eden amca ölür, kolu kanadı kırılır, başına üşüşürler.. "Ayrılığın ne kadar çabuk hissettirdi acısını ah amcaciğim" der. (Ne kadar isterdim o hüzün senesi ismi verilen amcası Ebu Talip'in, kadınlık aleminin sultanı Hatice'tül Kübra'nin vefat ettigi, Taif'de taşlandığı o sene yanında olmayı. Eğer bana bir hak verilseydi, hangi zaman da yaşamak isterdin diye sorulsaydı, bir kelebeğin ömrü kadar kısa olsa da, Taif'de taşlandığında o taşlara göğüs germek isterdim.. Ah bana bir hak verilseydi..) Ebu Talip gibi bağrını açacak, kol-kanat gerecek, himaye eden birisi kalmamıştı..

Sadakat insanıydi.
O Allah(c.c)'a öyle sadıktı ki; bütün ömrünü sadakat içinde geçirir. Öyle bir sadakattir ki bu; budanir adeta. Etrafında filiz vermiş, fide vermiş, yüreğinin parçası, ciğerparesi varlıklar, budanip ondan alınırken, Allah'a karşı ciddi bir sadakat hissiyle dişini sıkar ve dayanır..

O şefkat insanıdır.
"Harisun aleykum" diyor Kur'an. Size karşı çok hırslı. Beş başı mamur müslüman olmanız için yanıp tutuşuyor..
Kur'ân-ı Kerim, O'nun bu konudaki ızdıraplarını, "Neredeyse sen, onlar bu söze (Kur'âna) inanmıyorlar diye üzüntünden kendini helâk edeceksin" (Kehf, 18/6) diyerek dile getiriyordu.
Bir başka ayet-i kerimede de Cenâb-ı Allah, Rasûl-ü Ekrem'ine "Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse üzüntüden kendini yiyip tüketeceksin." (Şuara, 26/3) şeklinde hitap ediyordu.

Öyle bir şefkati vardı ki O'nun bir karıncanın ızdırabı, eğer duyuluyorsa, duyulsa; oturur ağlar onun başında.
Nitekim, yavruları alınmış bir kuşun, yavrularının etrafında pervaz etmesi karşısında, beyninden vurulmuş gibi ızdırap çeker. Yem var diye aldatilan bir hayvanın karşısında beyninden vurulmuş gibi ızdırap içine gömülür. Ve acından öldürülmüş bir kedinin ızdırabını ruhunda yaşar.

Bu kadar şefkatli bir insan, her şeyin içinde ve alakadar olan insan, o çok sevdiği insanlar yanından alınacak, budanacak, hiç kimse kalmayacak.. (Vefat ederken, yanında tek filiz kalmıştı, 25 yaşında Hz. Fatîma(r.a). Bi tek o kalmıştı yakını.)
Bütün dünya önüne geliyor, bütün ihtişamı ve debdebesiyle önüne seriliyordu..
Ama O, vefat ederken bir hasırın üzerinde yatıyor, başının altında yastık dahi yoktu. (Bütün yastıklara bedel, Aîşe (r.a.) anamın mübarek bacağı vardı.)
Hz. Ebubekir (r.a.) bu tablo karşısında dize gelecek, ağlayacak "Anam-Babam sana feda olsun Ya Râsulallah. Gel etme, eyleme. Sen gitme öbür tarafa. Gidecek varsa ben giderim.." diyecekti. Çünkü biliyordu ki O'nun kalması tıpkı veladetinden vefatına kadar ki sürede olduğu gibi insanlığın kurtuluşu olacaktı.
Evet; Hz. Muhammed (sâllallâhû aleyhi vesellem) 'in veladeti, insanlığın yeniden veladetidir. O doğarken insanlık, yeniden bir kere daha doğmuştur.

Her şeyden korkuyorduk, O'na erdik, bütün korkulardan kurtulduk. Ümide erdik, huzura erdik, bitmeyen, tükenmeyen hazza ve zevke erdik.

İnşallah O'nun Nam-î Celili dünyanın dört bir tarafında şehbal açtığı zaman, alemi bekaya irtihal ettigimiz de Kevser havuzlarının başında, cehennemin alevleri içinde yanan ümmetine koştuğunda, gerçek bayramımızın O'nun veladetiyle gerçekleştiğini anlayacağız..

Hepimizin gönlünde yer ettigi zaman "Bayram o bayram olur"

Bayramınız mübarek olsun..

http://www.youtube.com/watch?v=sUkbdZB58Jc&feature=youtube_gdata_player

NOT: Kutlu Doğum ayını vesile kılıp, İslamiyetin bir çok sorununda fetva makamı olan, bir çok alimi yetiştirip dünyaya ihraç eden, Mısır/El-Ezher Üniversitesi gibi saygın bir Üniversite de siyer derslerinde, ders kitabı olarak okutulan "Sonsuz Nur" isimli eseri okuyup, İnsanlığın İftihar Tablosunu yakinen tanıyalım, tanıttıralim. Unutmayalım, kişi bilmediğinin düşmanidir..

17 Şubat 2012 Cuma

~FETİH 1453~

Bir hadis çalınmıştı çocukluğunda kulağına, o hülyayla tutuştu, yandı. Hamdı.. Hadiste zikredilen komutan olma şerefine nail olunca pişti. O pişti ama biz onu gönüllere servis edemedik. Bundandir ki onun torununu muhteşem bir sekilde tanıtıyoruz.

Bizim milletin makus talihlerinden biri de bu konu olsa gerek: tarihimizi kendi elimizle çarpıtip, cümle aleme kendimizi rezil-rüsva etmek.. Muhteşem dizimiz yetmemiş gibi bir de garabet Fetih filmimiz oldu. Hemen savunmaya geçmeyin, fezlekemi arzedeceğim.

Ne tarihi olaylar kronolojisi yanlışlıklarına, ne çekim açıları veya görsel efektlerin kalitesi yorumuna girişeceğim. Bunları işin erbabı olanlar yapacaktır, dile getirmek istediğim konu maneviyatla kazanılmış bir zaferi anlatan filmdeki maneviyatsizlik..!

Filmde ilk hadisin aktarıldığı, Fetih sûresinden bir kac ayet ve bir namaz ani dışında manevi hicbirsey yok.. Benim hayalimdeki Fatih'i, fethi veya orduyu anlatmalarını beklemiyordum zaten, ama hangi tarih kitabına baksanız çok kolay ulaşacağınız fethin manevi yönüyle ilgili bilgilerin filmde esamesinin dahi olmaması, ilerleyen sahnelerde durumda aşk filmine dönüşünce amacın fethi anlatmak degil tamamen ticari kaygilarla ve bu yüzden de popüler kültüre yönelik çekilmiş olduğu izlenimi hasıl oldu.

Biz bilirdik ki; Gülbahar Hatun'un saçının tek telinin görünmesi Fatih'in İstanbul'u yakmasına sebebtir.
Ama ne hikmetse Gülbahar Hatun askerin arasında gayet rahat baş açik dolaşıyor hatta ve hatta Nisa sûresinde geçen "göğüs ve boyunlarını örtsünler" ayetini bilmiyor gibi ortalıkta gezerken görülüyor.
Ve yine malesef bir filmde daha padişah hanımı, sadece süsle, ziynetlerle, kokuyla, aynayla uğrasan biri olarak resmediliyor. Utandım..!!

Biz bugüne kadar dinleyince kabardığımız, coştuğumuz, düşmanın yüreğine korku salan, geceleri de çalındığı için düşmanı uyutmayan ve kendi ordusunu da uyumuyor göstererek ecdadın bizi ferasetlerine hayran bıraktığı Mehteranı, İstanbul'un Fethi'ni anlatan bir filmde göremedik. Herhalde Mehteran daha sonra kuruldu.. Yoksa niye vermesinler..?!

Biz bilirdik ki Ulubatli Hasan, Sultanın silah arkadaşı, burçlara sancağı diken yiğit, sancağı dikerken yakindakilerin aktarımıyla bildiğimiz Resulullah (aleyhi ekmelüttehaya) 'in burçları teftiş ettigi gördüğünü söyleyen meçhul kahraman..!! Başkaca sahih bilgimiz yoktu. Lakin o yüce kameti almış, gayri meşru iliskiye sokmuş, zina ettirmiş ve birde çocuk peyda ettirmişiz. Üstüne üstlük gayri yengemiz olan Hera'nin eski kırığı Venedikli komutanla cihad için değil, kiz davası yüzünden kin güdüp öldürmeye çalışan biri haline getirmişiz. Sen neymişsin be Ulubatli?! Meğer kırmadığın ceviz kalmamış. Allah'tan burçlara bayrağı dikerken Efendimiz (aleyhissâlâtu vesselam) 'in teşrif buyurmasını değil de Hera'nın siluetini gösterdiler de filmden çıkmamı durdurdular.

Ey kamet-i bâlâ.. kutlu insan; kemiklerini sızlattığımız için özür dileriz..!!

Biz cennetin Krallığında Selâhaddin-i Eyyûbi'yi izlerken "Kudüs sizin için birsey ifade etmeyebilir, ama bizim için hersey..!" demesine vurulmuştuk.
Muhteşem filmimizdeki savaş öncesi benzer sahnede ise geçen diyalog:

Kostantin: Surlarimizi bugüne kadar hiç kimse aşamadı. Hatta baban bile..

Fatih: Babami karıştırma ulan eşeoğlu eşek..

Abartılı bulabilirsiniz ama izlerken aklıma aynen yukarıda aktardığım replik geldi. Tosun Paşa filminden bir sahneydi resmen.
Ciddiyetsiz, vakardan uzak, uğraşsan bu kadar basitleştiremeyeceğin bir sahne.

Savaş süresi boyunca sürekli Bizanslılar'in gece eğlencelerini, sapıklıklarını izledik. Bunu böylesine et pazarına dönüştürmelerine anlam verememişken her akşam Ulubatli Hasan'la Hera yengemizin hoş sohbetini dinledik..

En çok takıldığım, beklentimin boş olduğunu anlamama sebep yere gelelim.
53 gün süren muhasarada ne padişah, ne vezirler, ne bir asker.. bir kerecik olsun duaya durmaz mı? Bir Fetih sûresi mirildanmiz mı? Bir teheccüd kılmaz mı? Savaş günlerinin anlatıldığı sahneler boyu İstanbul'un önüne kavgaya gelmiş liseliler gibiydik.
Biz ordunun önce kavli, sonra fiili duaya durduğunu Alparslan'ın Malazgirt Zaferinden biliriz.

Biz Fatih'in babası Murat Han'in Edirne'yi fethinde papazların orduya saldığı casusların yazdığı raporlardaki şu cümlelerden geceyi nasıl geçirdiklerini biliriz:
"Efendim bizim ölümden korkup kaçtığımız gibi, onlar ölüme koşuyorlar. Gündüzleri cengâverlik destanı yazan bu yiğitler, gece ruhbanlar gibi ibadet ediyorlar.."

Bir başka hadise nakledeyim.

Rivayete göre Sultan Bayezid, kendi adına cami yaptırdığı vakit dönemin Şeyhülislam'i Ebussuud Efendi imamlık makamına geçip;
"Camideki ilk namazı, şimdiye dek hiçbir namazını kazaya bırakmamış biri kıldırsın." der. Cemaatten kimse çıkmayınca çağrıyı iki-üç kez yineler. Nihayet halkın arasından mahcup bir edayla, iki büklüm, el pençe divan biri varır imamın yanına, eğilir ve kulağına fisildar:
"Ne şarkta ne garbda, ne savaşta ne sulhda.. Hiçbir zaman namazımı kazaya bırakmadım."

Evet tahmin ettiğiniz gibi o zat Sultan Bayezid Han'dir.

Peki şimdi sormayalım mı? Babası Murad Han döneminde böyle bir ordu, kendisinden ise Bayezid gibi bir Sultan neş'et eden zat ve ordusu Allah rızası için bir gece ibadet etmeyecek miydi?!

1 dk dahi sürmeyecek bir kaç yeniçeri çadırından ibadet görüntüsü vermek Ulubatli'nin her gece sözde ask maceralarından daha mı kıymetsizdi?!


Biz savaşa çıkılmadan önce Şeyhülislam'dan önce fetva alındığını dualarla yolcu edildiğini bilirdik Sultanların.
Ama savaşın manevi gücü Aksemddin Hz.'leri 40 gün sonra Nasreddin Hoca kılığında "Ya tutarsa" misali birden peyda ediveriyor.
Filmin sonunda nur yüzlü birini görürüz dıyorduk. Nerdeee..?!
Gandalf dahi daha imanli duruyordu Yüzüklerin Efendisinde.

Bizde varsa yoksa aşk, ihtiras, intikam.. Brezilya dizisi gibiydi.

Hatta benim filmden anladığım kadarıyla Hera yengemiz fethediyor istanbul'u.
Bizim ordu boşa gitmiş..

Vezirler sadece rant kavgasında, birbirlerinin kuyusunu kazma derdinde, yüzlerine karşı hakaret edecek kadar saygisiz. Bu mu devlet/ulema/enderun geleneğimiz..?!

Askerler sadece ulufe/ganimet derdinde..

Fatih önüne geleni asıp kesiyor, sürgüne gönderiyor..

Yahu en azından hepimizin bildiği Ayasofya'da Fatih'in namaz kıldırmasını, verilen evrensel mesaj üzerine, neden yemek arkası tatlı/çay niyetine vermezsiniz..?!
Anlayan beri gelsin..

Yani anlayacağınız yazık olmuş 17 milyon $ 'a..

Tanınmamış oyuncu oynatıp, konuyu öne çıkarma düşüncesi ise tam bir fiyaskoya dönüşmüş.

Evet filmin savaş sahneleri, görsel efektleri, çekim açıları çok iyi olabilir. (ki bana göre para olduktan sonra bunlarda pek zor degil artık.)
Ama Ulubatli Hasan'i zampara, Akşemsettin'i nur yüzsüz Nasreddin Hoca, Fatih'i hırs ve kibir abidesi gösteren film kusura bakmayın ama benim tarihimi anlatmıyor.
Bir çok ülkede gösterime girecek olması gururdan çok utanç hissi veriyor.
Böyle mi anlatacaktık ecdadımızı.?!
Yönetmenler, yapımcılar kendi yaşantılariyla karıştırdılar herhalde ecdadı..!!
Belki de bakın biz de sorun yok dedelerimiz de böyleydi demeye getiriyorlar..!

Kim bilir..!!

Ama unuttukları birsey var.

Bu millet onların vermek istediği sekilde değil, gönüllerinde hissettiği sekilde yad ediyor.

Filme büyük rağbet olacağından eminim, tıpkı muhteşem dizimizdeki gibi. Ve her iki eserede (eser demek uygun mudur ki bilemiyorum ama) rağbetin yüksek olması şu hadiseyi hatırlatıyor.

Bir gün bir yahudi gelir ve Mevlana'ya:
-Sana Şems'ten haber getirdim der.
Mevlana Hz.'leri çıkarır kıymet verdigi cübbesini verir. Yahudi kıs kıs gülerek çıkarken yanındakiler, "yalan söyledi. Ne diye cübbeni verdin." diye sorar.
"Evet. Yalan söylediğini biliyorum. Şems'in yalanına dahi cübbemi verdim, vallahi eğer doğru söyleseydi canımı verirdim." der..

İste bu millet Osmanlıyı öyle yüksek bir yere koymuşki ondan bahseden yalan dizi/filmlere dahi gişe/reyting rekorları kırdırtıyor.

Ah bir de gerçeklerini verseler.. Ah bir de..!!

Allah bize ecdadımızın aslını anlatacak; Akif'in;

"Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!
Kapkaranlıkken bütün âfâkı insaniyetin,
Nur olup fışkırmışız ta sinesinden zulmetin."

şeklinde dile getirdiği gibi, ecdadı gönüllere duyuracağamiz filmler nasip etsin..

Film boyu ecdada hakaret ettigimizi hissedip durdum, ezildim. İzledikçe maneviyatsiz, hırs, intikam, kuru kavga şeklinde yansıtilan Osmanlı ve iki büklüm olan kitmir..

Muhteşem dizinin reklamına dahi bakmamış, tahammül edememiş biri olarak bu tepkimi çok görmeyin.

Telafi olmaz ama en azından ruhlarına birer fatiha okuyarak ecdadı anmak ve özür dilemek gerek diye düşünüyorum..

Evet;

Ruhlarınızı rahatsız ettiysek, kemiklerinizi sızlattıysak, dünyaya nizam vermenize rağmen sızleri yanlış tanıttıysak, yattginiz yerde rahat ettirmeyip, arkanızdan rahmet okutturamayip, hayırla yâd ettiremesiysek; yine sizin affınıza sığınıyoruz ve sizden özür diliyoruz..!

Bize gönül komayiniz..!!

Allah Ertuğrul, Osman Bey'inden, Abdülhamid, Vahdettin Sultanına kadar tüm neslinizden razı olsun..

Cennetinin firdevslerinde, kevser havuzlarının basında ağırlasın..

El Fatiha..!

22 Kasım 2011 Salı

"KÜFÜR YOBAZLIĞI ve TAVRIMIZ"


Sözlük kullanımına farklı bir bakış açısı getirmiş olan Ekşi sözlük sitesinin,Allah(c.c) ve Hz.Muhammed(s.a.v)'e hakaret içeren entrylerinin Rasih Yılmaz tarafından twitterda paylaşıp,dikkatleri bu tarafa çekmesiyle konu,bir anda gündeme oturdu ve twitterda #eksisözlükkapatılsın hastagı altında kampanya başladı.. En son Mehmet Baransu savcılıklara 81 ilde başvuru yapacaklara kolaylık olması açısından şikayet dilekçelerini paylaşıyordu.


Paylaşılan entrylere bakıp şuursuzca yazılan küfür ve hakaretlere katlanılması mümkün değil tabi ki..Fakat bu kampanyaya "bilmiyorlar,bilseler yapmazlardı.." hadis-i şerifiyle yaklaşıp kapatmak yanlış "Efendimiz(sav) benzer durumlarda böyle böyle yapmıştı." diyenler olduğu gibi "kapanmasın yargılansın" diyenlerde var, kapatılmasının faşistlik olduğunu iddia edenlerde.. Açıkçası bende kapatılması taraftarı değilim.Yasaklamalar veya kapatmalarla hiçbir yere varılmadığını bu milletin geçmişine bakıp çok net görebilirsiniz.En bariz örneği;hakaret ve küfür yağmuruna tuttukları Allah(c.c) 'ın emri,Efendimiz(s.a.v) 'in beyanı,müslümanların kutsal kitabı Kur'anı Azimüşşan'ı neredeyse y.y.'lardır yasaklamaya uğraşan şer şebekesi bütün gücünü kullanmasına rağmen Kur'anın sesi,gürül gürül dünyanın dört bi tarafında çağlıyor ve insanlığa hayat vermeye devam ediyor.


Evet;Allah(c.c) 'ın,Efendimiz(s.a.v)'in,Kur'anı Azimüşşan'ın bizim korumamıza ihtiyacı yoktur,aksine bizim onların korumasına ihtiyacımız vardır.Fakat meseleye bir diğer yönüyle bakınca,özgürlük-hürriyet kisvesi altında dine-diyanete-yaratıcıya-peygambere tüm kutsallara küfredildiği yerde,fikir özgürlüğünden söz edilemez.Bunun adı ancak ve ancak -ahiretine kıydığı için- cinayettir..
Hürriyetin ,özgürlüğün sınırını koyan hukukçular, akil adamlar;


"Hürriyet insana: 'Hak düşüncesine bağlı kalıp başkalarına zarar vermedikten sonra istediğini yapabilirsin.." diye tanımlamış,belirlemiş.Bu açıdan inananların kutsallarına hakaretin adına,rica ederim; kimse fikir hürriyeti,düşünce özgürlüğü deyip çocuk kandırır gibi dalga geçmesin.Millet artık yutmuyor bu teraneleri.


Konu üzerine atılan twitlere gelince;dikkat çekmek istediğim taraf mütedeyyin kesimin bu tepkiyi farklı yorumlayarak olur-olmaz yerlere çekmesi..! Ekşiyi savunan kesimi konuşmuyorum çünkü; görüşlerini savunurken bile sadece küfür ve hakaret ettikleri için,o çok savundukları özgürlüğü; herkese,herşeye küfür ve hakaret zannettikleri için, ve kendi düşüncelerine eleştiri getirildiğinde,başka fikirlere hayat hakkı tanımayıp özgürlüğü unutmaları hasebiyle konuşmaya değer görmüyor, manasız buluyorum..
Geçelim neden destek verilmeli ve neden yargılanmalı konusuna.Genel olarak konuşulan konuları cevaplamaya çalıştım.


1. "Müslümanların dertlerini paylaşmayan vicdanında duymayan onlardan değildir" (Taberani-Mu'cemu'l evsat 7/270) hadisi şerifine bakarak; eğer bugün birkaç vicdanlı müslüman sesini yükseltip Allah(c.c) 'a ve İnsanlığın İftihar Tablosu'na küfüre,hakarete tepki koymuşsa,buna yürekten destek verilmelidir.Çünkü tepkinin verildiği konu, Allah(c.c) ve Resulune hakarettir,destek vermekte bir beis yoktur..!


2. Bu yapılan klavye mücahidliği değildir, zira küfür ve hakaretlerde klavyeyle yapılmaktadır.Öyleyse buna aynı yöntemle hakaret edilmeden hukuk kuralları çerçevesinde tepki verilmelidir.Bunun için en iyi yerde yine sosyal medyadır ki getirdiğe sese bakılacak olursa bu konuda haksız sayılmam.Eğer hakaret; Danimarka'daki gibi yapılmış olsaydı siz de orda ki "gönül erleri" veya bir diğer isimiyle "yeryüzü mirasçıları" gibi kapı kapı dolaşır elinizde İnsanlığın İftihar Tablosu Sonsuz Nur'u anlatan kitapları hediye eder, dilinizin döndüğünce O'nu gönüllere duyurmaya çalışırdınız.Fakat bahsi geçen sitede bu şekilde hakaret ve küfür edenlere, insafı, i'zanı kalmamış,şirazeden çıkmış bir takım serazada,serkeşe ne irşad ve tebliğ, ne de laf anlatmak mümkündür.Çünkü onu bile alaya alırlar, tıpkı verdikleri tepki gibi.Dolayısıyla bu başlık kapatıldığında veya kısıtlandığında bir şer kapısı kapatmış,tek başına mesul olduğu hakaret ve küfürlere, binlere belki de milyonlara yayıp duyurmasının önüne geçmiş olursunuz.Bu da kanaatimce fiili duadır ve nehy-i ani'l-münkerdir (kötülükten sakindirma). Ve bunların dışında kendi kesimleri bile inanmıyor şeklindeki bir dedikodunun önünü kapatmış olursunuz ki bu da önemli bir şerrin önüne geçmektir,zaten baştaki hadisin yorumunda da bu vardır.


3.Hakaretlere Efendimiz(sav) 'in gösterdiği sabrı örnek vererek susulup sabır gösterilmesi,duaya çağırılması fiili duaları yapmadan önce çokta samimi gelmiyor.Bu hoşgörü değil,pısırıklıktır... Daha önce dediğim gibi dine sövüp,saymaya özgürlük olarak bakıp hoşgörüden söz edemezsiniz.O sabrı ve hoşgörüyü Efendimiz(sav) göstermiştir,doğrudur ama unutulmamalı ki O bir peygamberdir. Dayanma gücü ona göre verilmiştir. Böyle bir durumda peygamberane tavır beklenmemelidir.Çünkü böyle durumlarda sahabe efendilerimiz tahammül de göstermemeştir.
Örneğin; Efendimiz'e hakaret ettiği için sinirlenip babasının boynunu kesip öldüren sahabe efendilerimiz vardır.Evet; Efendimiz(sav) ona hiçbirşey dememiştir.Ne takdir ne tekdir. Yanlış anlaşılmasın, zaten bizde asalım keselim demiyoruz ama en azından hakaret ve küfürün gırla gittiği, önü alınmadığı için azgın bir güruh tarafından büyüyerek devam eden başlığa sessiz kalmayalım; kaldırılmasına ve bu konuda ciddi yaptırımları olan,sadece ekşi için değil,bütün siteleri kapsayan küfür,hakaret,başkasının hakkına tecavüz etme vb. içerikli yazılara yasal kanunlar getirilsin yaptırımlar uygulansın. Malum kişileri koruma kanunu varsa bu ülkede o malum insanlarında peygamberi olan İsanlığın İftihar Tablosu içinde hakaret edilmemesini koruyan kanunlar olmalı..


4. Batılı tasvir etme meselesi ve safi zihinleri bulandırma..!
Öncelikle konuşulan yerin twitter olduğunu unutmayalım,kendimizi kandırmayalım,ben orda bu konulardan haberi olmayan, yani bu gibi şeylerin yazılıp çizildiğinden habersiz insanların olduğunu sanmıyorum ki varsa bile hakkı, hakikati dile getirirken meselenin tam anlaşılması için bir sakınca yoktur.. (bkz: 21 kasım 2011 Bamteli www.herkul.org -Vakti zamanında Rusyada kadın erkek hamama girildiginin aktarılması) Ki zaten batılı tasvir olarak adlandırdığınız o entryler ifşa edilmese bugün bu konuyu konuşmayacaktık bile..!


5. Hastagın "kapatılsın" başlığı altında açılması spontane gelişmiş bir durumdur,karşı çıkanlar bu başlık için karşı çıkıyor çoğunlukla, fakat kullanılan keskin dilin bunu gündeme sokmak için olduğunun hepimiz farkindayiz diyalektiklerle konuyu farklı yorumluyoruz vicdanımızı susturmak icin, malesef medya böyle işliyor... Neticede kapatılması da yargı yoluyla gerçekleşecek, kapatın deyince kapanmıyor. O yüzden destek olması adına hepimizin hazırlanan dilekçelere sadece isim yazarak -çok zor değil- resmi başvurusunu yapmalı diyorum.Bundan ayrı Emre Uslu'nun "ekşiye reklam yok" ve Salih Zengin'nin "ekşiyi kullanma" kampanyaları da bunlarla birleşmeli. yani kullanmayalım, reklam vermeyelim, vereni boykot edelim ve yargılanması için dilekçeleri verelim. İşte bunlarla fiili duaları yaptıktan sonra kavli dualara duralım, hidayet dileyelim ama bunları yapmadan, "gırtlak ağalığı" yapmak,kusura bakmayın iğreti duruyor.
Bu konuya Mehmet Baransu,Rasih Yılmaz,Nedim Hazar,Önder Aytaç gibi yazarlar veya bir kısım siyasiler veya başka görüşten insanlar destek veriyor diye, onları seviyoruz diye değil veya inaniyor olsanizda saydığım kisilere karşı olduğunuz için destek vermiyoruz değil;
Hakkın hatırını ali tutmak için;
Bizleri eşref-i mahluk olarak ahsen-i takvim üzere yaratan ve terbiye eden Rabbimiz için;
Ümmeti için; yani sen-ben için ağlayan,gönlünü dilgir eden,bizim için haris olan,yanan yakılan,işkencelere katlanan, sabır gösteren O hüzün peygamberini, İnsanlığın İftihar Tablosu'nu birde bu zamanda boynu bükük bırakmamak için, vefamızı göstermek adına ;
O ENTRYLERİ O BAŞLIKLARI KALDIRTMAYA..!
VAR MISINIZ..?


Ve son olarak koca Akif'in ifadesiyle aktarıp, dilekçelerle savcılıklara gitmeye çağırıyorum..


"Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile...Adem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nafile!
Kaç hakiki müslüman gördümse, hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir;

İstemem, dursun o payansız mefahir bir yana...
Gösterin ecdada az çok benziyen kan bana!
İsterim sizlerde görmek ırkınızdan yadigar,
Çok değil, ancak Necip evlada layık tek şiar.
Varsa şayet, söyleyin, bir parçacık insafınız:
Böyle kansız mıydı -haşa- kahraman ecdadınız?
Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdasına?
Benzeyip şirazesiz bir mushafın eczasına,
Hiç görülmüş müydü olsun kayd-i vahdet tarumar?
Böyle olmuş muydu millet canevinden rahnedar?
Böyle açlıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi?
Böyle adet miydi bi-perva, yemek insan leşi?
Irzımızdır çiğnenen, evladımızdır doğranan...
Hey sıkılmaz, ağlamazsan, bari gülmekten utan!...
"His" denen devletliden olsaydı halkın behresi:
Payitahtından bugün taşmazdı sarhoş naresi!



Kurd uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi.
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi.
Lakin, aşk olsun ki, aldırmaz otlarmış eşek,
Sanki tavşanmış gelen, yahut kılıksız köstebek!
Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı...
Hasmı, derken, çullanırmış yutmadan son lokmayı!...
Bu hakikattir bu, şaşmaz, bildiğin usluba sok:
Halimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok.
Burnumuzdan tuttu düşman; biz boğaz kaydındayız;
Bir bakın: hala mı hala ihtiras ardındayız!
Saygısızlık elverir... Bir parça olsun arlanın:
Vakti çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın!
Davranın haykırmadan nakus-u izmihaliniz...
Öyle bir buhrana sapmıştır ki, zira, halimiz:
Zevke dalmak söyle dursun, vaktiniz yok mateme!
Davranın zira gülünç olduk bütün bir aleme,
Bekleşirken gökte yüz binlerce ervah, intikam;
Yerde kalmış, na'şa benzer kavm için durmak haram!...
Kahraman ecdadınızdan sizde bir kan yok mudur?
Yoksa, istikbalinizden korkulur, pek korkulur."

Mehmed Akif Ersoy 1913





NOT:Bu konuda Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi'nin konunun tartışıldığı gecenin sabahı http://www.herkul.org/ 'a konulan sohbeti hususen 2.soruda tam da bu konu üzerine gelmiş ve isabet olmuştur. Kıtmir'e de yazının ilham kaynağı olmuştur. "Gerçek hürriyet nedir" diye soranlara izlemelerini tavsiye ediyorum.. Hocama dualarınızı istirham eder,hayırlı günler dilerim..